Ekranların Sessiz Çığlığı
Bir zamanlar sokaklarda çocuk kahkahaları yankılanırdı. Şimdi o kahkahalar, bir ekranın parlak ışığı altında sessizce kayboluyor. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor artık; gözler hep aşağıda, avuç içindeki küçük dünyada geziniyor.

Ahmet İpin
-Ali, sabah uyanır uyanmaz perdeyi değil, telefon ekranını açıyor. Kahvesini yudumlarken, “günün haberlerine” değil, “günün trendine” bakıyor. Kim ne paylaşmış, kim kiminle tartışmış, kim hangi filtreyle mutlu görünmüş… Gerçek hayat, parmak uçlarında yavaş yavaş eriyor.
Sanal âlem, ilk başta bir köprüydü. İnsanları yakınlaştıran, bilgiye ulaştıran, düşünceleri paylaşmayı kolaylaştıran bir mucizeydi. Ama zamanla o köprü bir uçuruma dönüştü. İnsanlar artık birbirine “yakın” ama asla “birlikte” değiller.
Bir anne, çocuğunun gözlerinin içine bakarak değil, “hikâyesine” bakarak seviniyor. Bir genç, başarıyı çalışarak değil, beğeni sayısıyla ölçüyor. Gerçek dostluk, “çevrimdışı” kaldı.
Sanal âlem, kimlikleri silip yerine maskeler koydu. Herkes en güzel, en başarılı, en mutlu hâlini sergiliyor; oysa perdeler kapandığında odalarda yalnızlık yankılanıyor. İnsanlar artık hissetmiyor, sadece “gösteriyor”.
Toplum yavaş yavaş unutuyor: Gerçek bir tebessüm, bin emojiye bedeldir. Bir dostun omzu, bin beğeniden değerlidir. Ve hiçbir bağlantı, kalpten kalbe kurulan bağı taklit edemez.
Ali akşam telefonunu elinden bırakıp pencereden dışarı baktığında, gökyüzü hâlâ aynıydı. Yıldızlar, filtreye gerek duymadan parlıyordu. Belki de kurtuluş oradaydı:
Ekranı kapatıp hayata dokunmakta.

